Besprechungen eigener Arbeiten

 

Reviews of Own Publications

 

    Yazı Yorumları

 

 

 

 

 

 

Auf dieser Seite sollen Besprechungen, Kritiken oder Hinweise

auf eigene Publikationen,

die online erschienen sind, aufgeführt werden.

                                                                                   

 

   Zu der Online-Buchbesprechung:  

   BENNINGHAUS, Rüdiger:

            Bilim Adına Siyaset Yapmak

             Karl Koch’un "Reise im pontischen Gebirge und türkischen Armenien" kitabının çevirisi üzerine

            <Politik unter dem Vorwand der Wissenschaft betreiben: Über die Übersetzung von Karl Koch’s Buch "Reise im 
            pontischen Gebirge und türkischen Armenien">

            2001

 

   auf der „Karalahana“-Webseite unter: 

            http://www.karalahana.com/karadeniz/makale-benninghaus%201.htm

    bzw. jetzt auch unter:

          http://www.rbenninghaus.de/newspaper-articles.htm

   hat der Herausgeber der Karl-Koch-Übersetzung, Muzaffer Arıcı, am 27.November 2001 eine  
   Entgegnung ins Online-Forum von „Karalahana“ setzen lassen, die allerdings an der in der
   Besprechung vorgebrachten Kritik größtenteils vorbeigeht und neben seinen schon bekannten 
   Geschichtsfälschungen  unhaltbare Behauptungen und Anschuldigungen in die Welt setzt.

   Die türkische Entgegnung findet sich nun unter der gleichen URL. Eine Reaktion darauf soll in 
   Kürze veröffentlicht werden.

 

        

 

   Rudiger Bennighaus'un makalesine cevap hakkı

 

Author

Reply

yazı
(no login)

cevap hakkı (Not: Bu yazının linki sitemizde ilgili makalenin altına karşı görüş eklenecektir- webm
No score for this post

November 27 2001, 1:12 AM 

 


Sayın Bay ve Bayanlar
http:/karalahana.com Sitesi Yöneticileri.

Konu:Sayın Rüdiger Benninghaus’a sitenizde yayınlanan makalesi nedeniyle cevabımdır.

Bilim Yapıyorum Adıyla Politik Saplantı ve Direnişler.

Makalede,kendisini tanıtmadan söze başlıyan sayın Benninghaus,benim kendisine hediye ettiğim kitabimi,okumaya bile gerek görmediğini,ama bir Laz arkadaşının uyarısı üzerine incelemeye başladığını,giriş olarak belirterek,kendi olduğunu kabul ettiği, bir bilim adamı zarfına yakışmayan ifadelerle,tercümana,derleyen olarak bana ve bu uğurda caba gösteren herkese,hatta bize yardımcı olan bir profesöre hakaret varı neşriyatta bulunuyor.
Ayni üslupla cevap vermek bize yakışmaz.Dolayısıyla seviyeli davranmak,bizim bilimle uğraş verenlere itibarımızdandır.
Bay Benninghaus!Size, muhakkak değer verdiğim için hediye ettiğim kitap, ünlü bir alman profesörunun eseridir.İsminiz, bir Alman veya Avusturya vatandaşı olduğunuzu çağrıştırıyor.Ülkenizin, bir profesörüne dahi dil uzatabiliyorsunuz.Sayfa 89 da ki yazı üzerine,” bu sayfayı kızgın bir zamanında yazdı demeniz”sizin gizli emelinizi açığa çıkarması bakımından,beni rahatlattı.Prof.Koch S 89:”Ermeni kaynakları güvenilmezdir.Kendi halkı bile bu bildirilere güler.Bunlar tümüyle imha edilmelidir.”diye belirtmiş.Sizden beklenen, yansız düşünceye göre, inceleme yapsa idiniz,bilhassa bu bölümü makalenizde ele alıp, orijinali ve tercümesini sitenizde benim belirteceğim gibi yayınlardınız.Prof Koch’a “Allah azizlerden eylesin” deyişime kızmanız,bu ifadesinden olsa gerek.
Terside olmayacağı gibi, bir Türk, sizlerin veya bizlerin zorlaması ile
ne Ermeni, nede Rum olamaz.Biz Anadolu da asırlarca iç içe yaşayarak,bunu ispatladık.Sizin şimdiki nifak dolu çabalarınız ,yinede
biz Anadolu insanlarını bir birine kırdırmaya hiçbir zaman yetmeyecektir.Makalenizin içeriği ve dolayısıyla amacı, özellikle bu çabayı yansıtmaktadır.
Buna karşın;Osmanlı dönemi Fatih Sultan Mehmet zamanın da (azınlıklar için),dilinizde,dininizde,ticaretinizde serbestsiniz diye fermanlar çıkarılmış,askerlik yapmaktan da muaf tutulmuşlardır.
Osmanlının kendi ırkdaşları Türkler,azınlıklar uğruna da savaşırken,ülkenin tüm ticari müesseselerini azınlık Osmanlı vatandaşları ellerinde tutuyordu ve askere gitmediklerin den dolayı, çalıştırdıkları ticaret- ve imarethaneler babadan oğula intikal ederek, süreklilik arz ediyordu.Türkler ticarethane açsa dahi, ya açan ,yada evlat, harplar da ölerek devamlılık sağlanamıyordu.Ve bugün için ütopya olan bu olayın, hesabını yapmadan, herkes bir millet bilinci ile beraberce ve huzur içinde yaşıyordu.Zira Osmanlı zihniyeti evrensel bir devlet felsefesi idi.Burada bütün vatandaşlar bir mozaiğın sağlam ve ayrılmaz parçaları idiler.Bu örneği uygulamaya çalışan günümüzde, USA ve Avrupa Birliğidir.Osmanlı Felsefesi,yani dil,din,irk renk ayırt etmeden,insanları yönetmek,onları huzur içinde refaha ve mutluluğa yönlendirmek,onları dış ve iç düşmanlara karşı kendi şemsiyesi altında korumaktı.Hiçbir topluluğun dini uygulamasına,eğitimine karışmayan
bu devlet yönetim felsefesi,dünya da yeni anlaşılmaya başlandı.
Makalenizde Türklerin Almanları sevmediğini belirtiyorsunuz.Tarih sayfaları bunun aksini ispat eden örneklerle doludur.Türklerin tarihinde hiçbir ırka karşı düşmanlık yoktur.Harp ettikleri ile bile,barışı kurmasını bilmişlerdir.(Bak Osmanlı tarihi Mütarekeler).
Hemşinli kimliğine gelince:Hemşin isminin hamamı Şen den geldiğini sizde kabul etmektesiniz. Ama şen kelimesinin Türkçe olduğunu inkar ediyorsunuz. Şen Türkçe hariç hiçbir lisanda kullanılmaz.Bu açık kanıt dahi,sizin olaya ne kadar objektif bakmadığınızı göstermeye yeter.Eğer,
Hamam ismi başka bir kavim mensubuna ait olsa idi,” şen” eki de o lisanda tarih sayfalarına girerdi.O kişinin asil adı Hamam Beg dır.Buda öz Türkçe bir isimdir.
Hemşin insanlarına gelince,sahil ve iç kesimde oturanlar olarak ikiye ayırabiliriz.
1-Sahil kesiminde oturanların ataları, Türk olarak tevratta dahi kabul gören,Torgaman’un(Türklerin atası) 8.ci oğlu (A)Las –tir.Bu tevratta gayet açık olarak yazılıdır.Gürcü (georgienisch) lisaninda, baştaki sesli harf okunmadiği için,yalnız las kalır.
2-İç kesimde oturanlara gelince:Bunlar Işık saçan aziz Georgian Dinini benimseyerek kabul eden, İran putperestlerinden kaçarak,canlarını kurtaran, şimdi adi hemşin olan zamanın Dampur toprağına yerleşen hiristiyan Türk ve Ermenilerdi.Bu ,iki kavim barış içinde ve kardeş gibi beraberce yaşadlıar.Zira dinleri ve düşmanları aynı idi.(Iran)
Sahil kesiminde Hiristiyanlik çok gelişince,Of yöresinden Avrupa ya papaz ihraç etmeye başladılar.Burada yaşayanlara yaranmak için, İstanbul da ki Aya-sofia’yayı inşaa eden (527-558) bizans imp. Justinianus küdüsteki harab olmuş Lasika mabedinide tamir ettirdi.
İç kesimlerde yaşayan Türkler ve Ermeniler 1461 osmanlı fethine kadar,iyi ilişkiler içinde yaşamiş ve kimliklerini korumuşlardir.İslam orduları Coruh havzasını çok önceden islamlaştırmışlardı.Burada islamlaşmış Türkler Hemşin toprağına aile aile,boy boy,urug urug gelmeye başladılar.Önceden aynı yörede yerleşik Hiristiyan Türkler ile sonra buraya göç eden müslüman Türkler aynı dili konuşuyorlardı Hiristiyan Türklerden Müslümanliğa meyil bu nedenle başladı.Osmanlı fethinden önce müslüman Türklerle, Hiristiyan Türk ve Ermeniler sayısal olarak eşit duruma gelmiş idiler.(Antony Bryer,Çepniler s 193. yıl 1962).Fetihten sonra,dini sürtüşmeler yüzünden,bu yörede kalan azınlıklar,kendi istekleri doğrultusunda devlet yardımı ile usta olanlar İstanbul’a,olmayanlar ise,istedikleri yerde kültür ve dinlerini muhafaza ederek iskan edildiler.(bu husus Osmanlı arşivlerinde açıkça bellidir).Bunlardan boşalan araziye,yurtsuz kalan Türk boyları yerleştirildi.Buraya, Osmanlı fermanlarında yazılı olduğu üzere, 5 defa
Türkmen göçü gerçekleştirildi.Böylece burası tamamen Türkleştirildi.
Batı Hemşin toprağı(Rize –Hemşini),bu şekilde iskan edildi.Köprü ve yol yapımı için getirilmiş olan 1628 İtalyan ustası da,Cumhuriyet döneminden sonra ülkelerine gönderildiler.
Doğu Hemşinli dediğimiz Artvin-Hopa hemşinlileri ise,kıpçak Türkü Ermeni,Gürcü ve las karışığı olan bir topluluktur. Osmanlıdan, batı Hemşinindeki azınlıklar gibi, bunlar göç etmek için izin talebinde bulunmadılar.Bunlar yukarda sayılan kavım lisanlarının karışımından meydana gelmiş bir dili konuşurlar.

Birinci dünya savaşında doğu ve güney doğu Anadolu’da Ermeni vatandaşlarımıza Avrupalı askeri elbiseler giydirip, bizimle savaştıran zihniyet,bunu yaparken ne azınlıklara, ne Anadolu insanına, nede insanlığa hizmet amaçlamıştı.Tek düşünceleri parçalanan Osmanlı toprağından pay kapmak emperyalist zihniyeti idi.Sonrada Türk gücü ve inancı karşısında tutunamayıp kaçanlar ve kışkırtılan Ermeni vatandaşlarımızı ortada bırakanlarda,yine aynı batılılardı.
Acaba sayın Benninghaus,biz Avrupalının gizli emellerinden Erzurum’u-Kars’ı kurtardığımız için serhat diyarı,Maraş,Antep,Urfa’yı kurtardığımız için bunların başına Kahraman,Gazi,Şanlı isimlerini neden koyduğumuzu hiç düşşünüp, araştırdınız mı?

Yeter artık;Rum ve Ermeni vatandaşlarımızı bizimle dalaştırmak, çatıştırmak için yurdumuza gelip gizli,sinsice misyonerlik yapmayın artık.PKK ile işbirliğiniz binlerce Kürt ve Türk kardeşlerimizin canına mal oldu. Şimdi Apo’nun havası alındıktan sonra, işsiz kaldınız.Bu sefer Karadenizde de aynı kargaşayı yaşatmak istiyorsunuz.Ülkemizde Ermeni, Kürt,Laz diye hiçbir ayrım yoktur.Hepsi Türk vatandaşı olarak aynı haklara sahiptırlar.Avrupalıların yaptıkları mezalimler bu sayfalara sığmaz.Eğer Avrupalı olarak iş bulamıyorsanız,kendinize karalahana da değil, kartofel diye bir internet sitesi açarak orda yer arayın.
Makalenizde bizim profesörlerimize hakaret varı sözler sarf etmeye ne hakkınız var.Profesör yalnız sizden mi çıkar? Osmanlıdan Arşiv uzman talep belgeleriniz hala bizim arşivlerde duruyor.(tarihi, Gutenberg’ten 400 yıl önce) Kaşgarlı Mahmudun 1068 de yaptırdığı matbaa harfleri Paris’te ünlü Lauvre(Louvre)müzerinde sergileniyor.

Bay Henninghaus,

Fotokopileri nice zorluklarla elde edebildiğimi kitabin başlangıcında anlatmıştım.Sayın avukat Hans Riedel yalnız Karadeniz’le ilgili bölümleri benim isteğim doğrultusunda fotokopi olarak bana gönderdi.Zira Türkiye’deki yazarlar,tarihi araştırmalar sizlerinkiler gibi zengin değiller.Biz Aziz,Prof. Karl Koch’un bu muazzam ve gotik Almanca eserinin tamamını ne getirecek, nede tercüme ederek bastırabilecek kadar varlıklı değiliz.Elde edebildiğim fotokopiler kadarı ancak hocadan hocaya Almanya’da okumuş eski talebelere,elden ele defalarca dolaştırılarak incelettirildi.Ülkemizde ziyarete gelen bir Alman dahi bu metinleri latin harfine çeviremeyeceklerini söylediler.

Tercümeyi ise Alman Kültür derneğindeki hocalar dahi yapamadılar.Onların tavsiyeleri ile Tahir Hocayı buldum. Fotokopilerden politik amaçlı tercüme olamaz,ancak okunamamış kısımlar atlandığı için eksikler olabilir.Makalenizde bahsettiniz gibi, Çoruh havzası ile ilgili kısımların fotokopisi bende olmadığı için,bizim derlememizde yer almıyor.Bu konu zaten benim çalışmalarımın dışında kalıyor.

Bay Benninghaus,

Her nedense, makalenizden anladığım kadarı ile sizde Türk kimliğine karşı bir antipati var.Bizler ise Anadolu’da, kökleri farklı milletlerden geldiğimizden dolayı, kendi kimliklerimizden gurur ve şeref duyarız. İşte bu, bizim şanlı ve güçlü Anadolu insanları mozaiğimizi oluşturur.Mühim olan insan olmak unsuru ve birbirine tahammül edebilmektir.Bir yabancı olarak hiçbir zaman anlayamayacağınız sırrımız, işte budur.Onlarca asırların,yüzlerce istilanın,kavim göçlerinin yıpratamadığı,yok edemediği,Anadolu insanlığı,meşhür misafirperverliği, işte bu temele dayanır.İnsan olabilme ve insanlara tahammül edebilme.
Eserimizde, bir çok yer isminin amaçlı olarak değiştirilmiş olduğunu ileri sürerek, bundan politik netice arzu ettiğimizi, yazıyorsunuz.Halbuki aziz Prof.Koch, kitabına isimleri ona söylendiği gibi geçmiş ve bizde bunları motomot aynen tercüme ederek yazdık.Ayrıca sayın prof.Koch bizzat adi geçen yerleri gezerek ,ve yaşayanlarla temas ile bu eseri bir araştırıcı seyyah olarak kaleme almıştır.Ve eser tümüyle dürüst ve kendi içinde tutarlıdır.Dolayısıyla buna her hangi bir ilave hemen sırıtır.(sizin makalenizde olduğu gibi.)

Asgari, böyle bir konuya geniş ilgi duymuş olmanızdan dolayı sizinle tanışmak isterim.Ve size empoze edildiğine inandığım batılı, iyi niyetle gerçeğe çevirmek üzere tartışmaya hazırım.Ancak şimdilik size tavsiyemiz;
Lütfen, Anadolu’muz da huzur içinde yaşadığımız vatandaşlarımızla aramıza bölücülük kokan masallarla nifak sokmaya çalışmayınız.
Güneydoğu Anadolu da olduğu gibi,Doğu Karadeniz’de de huzurumuza kast etmeyiniz.Biz artık ölmek değil,huzur içinde yaşamak istiyoruz,tüm insanlar ve insanlık gibi.
Ayrıca,size benim kitabimi okumanızı salık veren las vatandaşımıza da acizane tavsiyem,sizi arayıp bu konuda rahatsız edeceğine,kimlikleri konusunu merak ediyor ve bunu samimiyetle öğrenmek istiyorsa, lütfen bana müracaat etsin.Kendisine belgelerle istediği detayi verebilirim.
Aşağıda bu konularla ilgilerin düşüncelerini 18 madde halinde yayınlanmak üzere veriyor,buna ilaveten Prof.K.Koch’un kitabının S 89 ‘u orijinal ve tercümesini veriyorum
Saygılarımla


Her Yönüyle Rize kitabından 35-42. sayfalar;

İnanılır araştırmacıların tartışmaya gerek-mahal bırakmayacak tespitleri

1)Prof. Dr. M. F. KIRZIOĞLU

1461-1512 arasında Dört Osmanlı İskanı: Fatih Sultan Mehmet, 1461 de, karadan ve denizden kuşattığı Trabzon’u fethedince,Giresun’dan Çoruh Ağzına kadarki yerleri içine alan ‘Tura bozan sancağına , İlk iskan olarak (Kayser ailesiyle Rumların çoğu, gemilerle Rumeli ye ve Kırıma gittiğinden) Amasya ve Sivas’tan memur ve sipahi ailelerini yerleştirdi. O’nun II. İskanı,Konya –Karaman’ı 1466 ta fethini müteakip şehir esnafını İstanbul’a ,köylü ve yarı göçebeleri de Rumeli ve ‘Turobozan sancağına sürdürdü. III. Ve büyük –İskan , Şehzade Yavuz Selim(1492-1511) ‘Tura bozan sancakbeyi ‘ 1501de Akkoyunlu’ları yıkan ve1507 de Diyarbakır Akkoyunlu kolunu da kaldıran Şi’i Şah-İsmail, Sünni olan Akkoyunlu ve tebriz Kıpçaklarını, hatta Farkın-Eyyubilerini kırgına uğrattı. Bu yüzden, ‘en yakın Osmanlı –Toprağı’, Şehzade Yavuzun sancağına on binlerce Akkoyunlu ve Sünni-Kıpçaklar, aileleriyle gelip sığınarak ,yerleştiler.Yavuz, bunların geçimini sağlamak için 1508 de Kutyaıs’a akın ederek,oraları da yağmalattı. 1501-1502 de Tebriz ve çevresinden kaçanlar: Ke yerine ç ge yeride c biçiminde konuşan ‘Kıpçaklardı: Çatip/katip ,Türç/Türk, cöz/göz, cemi/gemi, ve benzerleri gibi. İşte Trabzon-Rize de böyle konuşanlar Şah- İsmail’in zülüm ve kırgınından kaçanların neslindendir.Maçka ve Trabzon’daki Eyübi zadeler ise III. İskan’da Farkın /Silvan dan kaçıp gelen ,ünlü Eyyübiler hanedanındandırlar. IV.İskan, 1512 Dulkadir( Maraş-Elbistan) Beyliği yıkıldıktan sonra,oradan sürgün edilen Türkmenlerden ‘Köroğlu ‘oymağı olup, Rize’de bu ismi taşıyan ailelerdendirler.

2)Prof. Dr. Laszlö Rasonyi,tarihte –Türklük, Sayfa 195/ANK.Türkler, Ön Asya’da kütle halindeki yunanlılardan önce vardı. Fakat bunlar eski çağ tarihinin sonuna kadar , Hristiyan oldular. Helen görünümü arz ettiler. İslamiyetin çıkışı ile müslüman oldular, Helen (Yunan)görüntüsünü kaybederek aslına döndüler, tekrar Türkleştiler. Hakiki milliyetlerini buldular. Turanid (Türk) tipi doğu Karadenizde ilk çağlarda vardı.

3)ANTHONY BRYER, İslam tarihi profosörü, Birmigham Üniversitesi Öğretim görevlisi, Çepniler Sayfa 193-(1962)

Yazar, Çanlar’ı anlatıyor (bu yörede yaşayanların bir kısmı da Hemşinli lerdi. Bunlar Ermeni Bagratlı Kralığı tarafından kısmen Ermenileştirilmişlerdi. (7ve11.y.y da eski hüviyetlerini kaybetmeyen bu insanlar 1405 senesinde Ermeni yönetici Arakeli, Araklı deresine avanesi ile beraber kovarak,İspir hakiminden müslüman
Yönetici istediler) bu değerli hocanın beyanından anlaşılıyor ki, yörede baskılama ile Türkleştirme yok, aksine baskılama ile Ermenileştirme olmuştur.( yörede bir kısım Ermeni kalmıştı,bunlar sonradan Tatos’un güneyine göçtüler ) diye tebliğde bulunuyor.

4)Ord. Prof. A. Zeki Velidi TOGAN: Türk tarihine giriş bölümünde (oğuzlar yaz aylarında yaylak bölgelere çıkarlar . Yılda bir defa bütün boylar bir araya gelerek buluşup eğlenirlerdi, kurban keserlerdi) diyor. Bu gelenek Rize’nin iç kesimlerinde hala o ihtişamıyla sürmektedir. Prof. Bardhold’da aynı görüşü yansıtıyor.

5)Prof. Karl Koch(Wanderungen,im Pontischen Gebirge reisen )Weimaier 1846,sayfa 89da çok ilginç bilgiler veriyor.

KOCH yöreyi 1843-44 senelerinde adım adım gezmiştir. Tabii ki gezmeden önce tüm eserleri okumuş olduğundan gezilerinde, eserlerindeki beyanlara rastlanmayınca hayret ediyor, isyan edercesine diyor ki : ne yazık ki istisnasız tüm Ermeni eser ve kaynaklar , güvenilir değildirler. Bilim adamı halkının yalancı karakterine ,halkından fazla katılmıştır. Her yerde gerçeklerin üstüne kendi bildiğini koyma kuruntusu seziliyordu, dolayısıyla yanlı yazılar ortaya çıkıyordu. Ermeni yazarların,coğrafyacıların beyanları inandırıcı değildi. İnciciyan ve ona dayanarak coğrafi bilgiler veren Bijikyan Hemşin’de kastedilen manastırı kendi tamir etmiştir. Yöreyi Ermenilere mal etmek isteği vardır) .
6)Gürciyatçi M.Brosset: Çanarlar için:(Bunlar Laz’ların atası olur.Atlı ve göçebe Türk’türler,Kaşkar’dan taht kavgası yüzünden kaçtılar.Gürcistanin Kür nehri bölgesine yerleştiler.Orbel Dolaylarını yurt edindiler.M.Ö. 360 senelerinde Gürcistani Perslere karşı iyi korudular)diye bahseder.

____________________________________


Bu yüzden bu Türk boyuna Gürcüler çok itibar gösterdiler.Kür nehrinin bir kolu olan ALaz dolaylarında kalanlar,Gürcü karışığı bir dil konuştular.(Gürcüce de baştaki sesli düşünce,yani (A)Laz-(Laz) kalır.)
Laz kelimesi buradan çıktığı tahmin ediliyor.Gelenek, görenek ve namusa değer vermeleri bakımından Gürcülerle karıştırılamazlar.Gürcülerin baskısı bunların yalnız dillerini etkiledi. Fakat gerçek kimliklerini kaybetmediler.Rize yöresinin diğer bölümlerine yerleşen Türk ırklarına mensup olan Kıpçaklar, Kırgızlar, Kür nehri dolaylarında az oturduklarından dil bakımından etkilenmediler.Ana dilleri olan Türkçeyi Karadeniz dolaylarına kadar taşıyabildiler.Askuroz.Aspiroz gibi dere isimlerini buna örnek gösterebiliriz. Bu kelimelerin kökü Askur,Asper olup, Türkçe dir.Rumlar sonlarına –es,-os gibi ekler getirerek dillerine benzetmeye çalışmışlardır.Müneccim Başı da eserinde Brosset’in iddiasını doğrular bir beyanda bulunuyor.Miladi senelerde Oğuz kaan Kafkasya’da yaşamıştır.Iran’lıların Avrasyap dedikleri Bu Ulu Türk Hükümdari Oğuz Kaan’nın Uruğu batıya göçmüştür.Barkal dağlarının Karadeniz Bakarlarında yaşayan Türkmenler 60 000 kişi ile Tao’ya akın ettiler.
(Bu akın 1301 yılında olduğuna göre ,demek ki bu yıllarda 60 bin asker çıkaracak kadar Türkmen nüfusu Doğu Karadeniz’de vardı. )
7)CLAUDE CAHEN:Sorbon Üniversitesi, İslam tarihi prof.,Anadolu’da Türkler- eserinde; Giriş bölümleri(Finlerin, Macarların, Samoyed’lerin,Tunguz’ların,Moğol’ların Türklere yakın bağları vardır.Milattan önce Türklerin ismi geçmiyorsa da Hun’ların ataları oldukları kesindir.
5.yy. da Avrupa ‘nın göbeğinde Atilla imparatorluğunu kurdular. İskitler ,nasıl tartışmasız Türk ise Uygurlar ,Guzlar, Kumanlar, Kıpçaklar, Kırgızlar,Peçenekler de Türk’dürler. Türkler batıya aile ,aile ,boy boy göçtükleri gibi imparatorluk olarak da batıya kaydılar.

Aynı eser sayfa 99da :batıya İran’dan göçen Türkler Müslüman olmuşlardır. Fakat önceden İslamlaşmış Türklere yakın ilgileri vardır.

C.Cahen gibi bir profesör, İskitlerin dahi dahi Türk olduğunu tartışmasız kabul ettiğine göre miladi senelerden daha önce Rize dolaylarına Türlerin geldiği kesinlik kazanır.

8)Müslüman Türkler azınlıklara hiçbir zaman dil ve din yönünden baskı yapmadıklarına göre yöremizde Türkleşmiş azınlık olamaz. Baskı olsaydı en önce İstanbul’daki azınlıklara yapılırdı,sonra eksik bir dil olan Laz’caya da yapılırdı.

9)Baskı ile din değişikliğinin sağlandığını düşünürsek dahi Osmanlı Türkçesi öğretilirdi,halbuki yöre halkı da Uygur,Kıpçak,Kırgız ,Dede Korkut Türkçesi konuşuluyor. Bu dilleri içeren yüzlerce kelime sözlük bölümümüzde açıklanacaktır. Bu madde ,tek başına olsa bile malum iddiaları ret etmeğe yeter.

10)folklorik yaşantı: Halkın çalgısı kemençe,davul ,tulumdur. Bu çalgılar tamamen Türk çalgılarıdırlar. Acaba iddia edildiği gibi dilinizi, dininizi değiştirdikten sonra bu çalgıları da muhakkak öğrenin diye baskı mı yapıldı?

11)Hiçbir Ermeni’nin yada Rum’un tulum,kemençe çaldığı veya dininden döndüğü görülmemiştir.

12) Yörede azınlıkların bidayette olduğu,Fakat sonradan usta olanların İstanbul’a ,olmayanların devlet yardımıyla istedikleri yerlere göçtükleri, boşalan araziye ,Osmanlının Türkmen gönderdiği vesikalara dayanan bir vakıadır.

13)Lazlar ki, onlarında ataları Türk’tür. Komşuları Gürcülere Gürcü,Megrellere Megrel,Türklere de Türkçe konuşanlara da SU MEĞHI derler: üç yel,üç kol/üç ok manasını taşır. Yani bu deyim Türkçe konuşanların tümüne şamil olup,Oğuz boyunun Üç oklar grubunu bize gösteren en kuvvetli delildir. Lazlara da mı böyle söyleyin diye baskı yapıldı.?

14)halk arasında yaşayan sülalelerin,kendilerine has ,evlere sahip oldukları ağaçlara,kazılan uruk simgeleri,işaretleri vardır.bu işaretlerin oğuzlarda olduğu herkesin malumudur.

15)KOÇ HEYKELİ.Koç,koyun,teke heykelleri Türk Ata mezarlının bir simgesi olduğu tartışmasız ispatlanmıştır. Çamlı Hemşin’de bulunan Koç heykeli burada asırlarca evvel bir Türk Ulu Atasının varlığına ve buraların sahibi olduğuna dair en kuvvetli delildir.

16)Rize dağlık toprağı İran Şahları için kontrolü zor bir bölge idi. Din yüzünden ,gördükleri yerde öldürmek istedikleri papazlar ve havariler buralarda kolayca saklanabiliyorlardı. İran –Bizans savaşların da bu yöreye kaymıştı. Kontrolü kolaylaştırmak istediklerini,aradıklarını kolayca bulabilmek için, İran şahları emrindeki Gürcü prensi Wacyan Bey’e talimatlar vererek,bu girift ormanları yaktırdılar.(Daron) Tarihinin yazarı olaylara bizzat şahit olmuştur.

Rahip Gevond, İslam fetihlerini anlatırken :Hemşin’lilerin atalarının önce Göle dolaylarına yerleştiklerini,sonradan Acaristan ve Çoruh bölgesine inerek ,Çoruh’u karşıya geçtiklerini anlatır.Ayrıca ,din yüzünden İran’dan ayrılan bu Türk boyu insanlarının kuvvetli Hristiyan olan Bizans kralı VI.KONSTANTİN tarafından himaye edilerek şimdiki Hemşin toprağına yerleştirildiklerini kaydeder.(Hemşin toprağını mülk olarak Oymak beyi Hamam Beg e verdi) der. 4-5-6-7 y.y. yazılan Ermeni kaynakları Hemşin’lileri anlatırken ,Turani kökenli olduklarını belirtirler. Turani isimlerle anarlar, misal olarak ODA,VAÇE,VAHA gibi( Vica ismi Turani olup ,koç heykeline ait beyin ismi olabilir)

Şu gerçeği de burada belirtelim İran’da milattan S. 450-451 senelerinde,Türk örf ,adet geleneklerine tamamen ters düşen MAZDEİZM dini hüküm sürüyordu. İran Türklerinde bu dine girmeleri şartını öne sürerek baskı yapmaya o zaman başlamıştı. Savaşlarda İran ordularının büyük çapta ,istihkakını veren bu çalışkan Türkleri, taraflarında tutabilmeleri ancak din birliği ile olabilirdi. Bulgar Türkleri ve Oğuzlar İran’a elçilerini göndererek bağlılıklarını bildirmişlerdir. Ancak din değiştirmek zor du. Soğukluk yaratmıştı . Din bakımından Bizans daha yakın görünüyordu.6 yy. sonlarında Bizans İran savaşında Türkler Bizansa sıcak davranmışlardı. Bizans hakimieti 15 sene kadar sürmüş İran toparlanmış Bizansordularını Kadiköyekadar kovalamıştı
6.ci Konstantin’nin toprağında yaşamak Türklere daha cazip gelmiş olabilir,zira din birliği o zamanlar çok mühimdi.

17)hayvanlara verilen isimler ; yayla kokar,orta Asya kokar. Bu isimlerden su içen hayvana‘çu oğul çu’ denmesi, Çu ırmağını hatırlatır, ‘Dağıstan diye konan isimler düşündürücüdür. Bütün inek isimleri Türkçe’dir. Artan gül, nazar gül ,çiçek, yazmalı, yaşar gül, süslü,gelincik,ay doğan ,kara kız.

Öküz isimleri: Yağuz ,(Türklerde bir tanrı),paşalı,
aydın,altın,dalyan ,duman, şirin, cevahir,kaçkar (alnı beyazlara)konur.

Dağıstan diye Rize’de bir yer olmadığına gö re bu isim zamanımıza kadar Kars’ın doğusundaki Dağıstan’ı yad etmek ,anmak için konmuş olup, oradan göçerek şimdiki Hemşin toprağına yerleştiğine dair bir delil ,ipucudur.

18)Kapı Menteşeleri
Eski binalarda ,yayla evlerinde,değirmenlerde,kurt ve koç başlarına rastlanır. Bütün bu saydıklarımız Türklere ait olup başka hiçbir milletçe sahiplenemezler...

 

 

  

 

 

  Zu den Aufsätzen zur Geschichte der Meinerzhagener Juden:

   BENNINGHAUS, Rüdiger:

Zur Geschichte der jüdischen Gemeinde in Meinerzhagen

In: Meinhardus (Meinerzhagener Heimatblätter), 16.Jg., H.1/1982, S.5-14 (I); H.2/1982, S.32-45 (II)

Meinerzhagen

 

   erschienen aus aktuellem Anlaß in zwei Lokalzeitungen Repliken:

   Horst vom Hofe schrieb am 8.Dezember 2001 in der Meinerzhagener Zeitung:

 

                                          

 

Ehemaliges jüdisches Betlokal befand sich an der Hauptstraße

Von der hiesigen Judengemeinde für 350 Goldmark jährlich von der Firma Knoche angemietet. Bis 1938 gab es hier Gottesdienste. Gebäude wurde jetzt abgerissen

MEINERZHAGEN • Abgerissen wurde in diesen Tagen ein kleinerer Gebäudekomplex an der rückwärtigen Front der Hauptstraße. An seiner Stelle errichtet ein privater Investor ein neues attraktives Mehrfamilien-Wohnhaus. Nur ältere Meinerzhagener werden sich noch erinnern, das mit dem jetzt dem Abbruchhammer anheim gefallenen Haus ein Stück Ortsgeschichte verbunden ist. Ab 1927 diente nämlich das Obergeschoss als Versammlungsraum der kleinen jüdischen Ortsgemeinde.

In den heimatkundlichen Blättern "Meinhardus" (Ausgabe 2/1982) hat der Meinerzhagener Rüdiger Benninghaus einen interessanten Beitrag zur Geschichte der jüdischen Gemeinde in Meinerzhagen veröffentlicht. Darin geht es auch um das Thema "Die Meinerzhagener Synagogen". Der Wunsch nach einer eigenen Synagoge war erstmals 1856 aufgekommen. Damals schrieb der Vorsteher der Meinerzhagener Judengemeinde, ein Simon oder L. Stern, an den hiesigen Amtmann van de Wall. Er schilderte, dass es in Meinerzhagen sechs Familien "jüdischer Confession" gebe, "welche zusammen 30 Seelen zählen. Seit einer Reihe von Jahren werde der Gottesdienst in seinen privaten Wohnräumen abgehalten, so der Gemeinevorsteher. Es habe sich aber nun "als dringendes und unabweisliches Bedürfnis herausgestellt, eine andere größere und geeignetere Localität beschaffen zu müssen." Stern stellte mit dem Hinweis, dass die eigenen Finanzmittel der kleinen Gemeinde für ein solches Vorhaben nicht ausreichten, den Antrag, eine öffentliche Spendensammlung durchführen zu dürfen.

Diesem Antrag wurde aber vom dafür zuständigen Landrat in Altena nicht stattgegeben. So musste sich die hiesige jüdische Gemeinde solange sie bestand mit einem gemieteten oder privaten Betlokal begnügen.

Lange Zeit diente dafür das so genannte "Westens Haus" am Kapellenweg, das Anfang der 80er Jahre abgerissen wurde. Benninghaus schreibt: "Den "Tempel", so nannten es die Juden, hat es wohl bis 1926 beherbergt. Vom 1. Januar 1927 existiert nämlich noch ein Mietvertrag zwischen der Firma Gustav Knoche und der "jüdischen Kirchengemeinde Meinerzhagen" (vertreten durch Willi und Julius Stern) über einen Teil von Knoches Fabrik, der früher eine Metalldreherei war."

Bei diesem Gebäude handelt es sich um das spätere Haus Hauptstraße 37b, eben jenes Gebäude, das jetzt abgerissen wurde, um einem Neubau Platz zu machen. 350 Goldmark jährlich wurden damals als Mietpreis vereinbart.

Etwa bis 1938 versammelten sich hier die Juden aus Meinerzhagen, ehe bedingt durch zahlreiche Auswanderungen angesichts der sich abzeichnenden Verfolgung jüdischer Menschen durch das Nazi-Regime die verbliebene Zahl der Juden am Ort kein geordnetes Gemeindeleben mehr zuließ.

Benninghaus schreibt: "Die Gegenstände des Betlokals wurden daraufhin offenbar in dem Haus Zum Alten Teich 2 untergebracht, in dem zu der Zeit der Vorsteher Nathan Stern wohnte... Am 10. November 1938, dem Tag nach der so genannten "Kristallnacht", kamen vormittags SS-Männer in Uniform zu diesem Haus, holten die Kult- und profanen Gegenstände heraus, übergossen sie mit Benzin und zündeten sie an. Nathan Stern war zu diesem Zeitpunkt bereits verhaftet." 1942 setzte die Deportation der am Ort noch verbliebenen jüdischen Bürger den traurigen Schlusspunkt unter die Geschichte der jüdischen Ortsgemeinde. An das Schicksal dieser Menschen, die in Konzentrationslager ermordet wurden, erinnert heute eine Gedenktafel am Kirchplatz. • -fe


© [08.12.2001] Märkischer Zeitungsverlag GmbH & Co. KG
Vervielfältigung nur mit Genehmigung des Verlags

 

 

 

 

 

    Dienstag, 18.12.2001

 

   Ehemaliges jüdisches Gebetshaus auch ein Stück Ortsgeschichte

     Meinerzhagen. Mit dem Abriss des ehemaligen jüdischen Gebetshauses hinter der Hauptstraße ist ein  
   Stück Ortsgeschichte verschwunden. Ein Teil des Gebäudes diente ab 1927 als Versammlungsraum für die jüdische
   Gemeinde. Bis 1938 wurden hier Gottesdienste abgehalten. Durch den Druck des Nazi-Regimes auf die jüdische 
   Bevölkerung in Deutschland erstarb danach das Gemeindeleben.


So sah der Eingang zum Haus Hauptstraße 37b im Sommer aus. Damals unternahm der Heimatverein eine ortshistorische Wanderung, die auch die ehemalige Synagoge streifte. (WR-Fotos: wolf) 

Zahlreiche Meinerzhagener jüdischen Glaubens verließen die Volmestadt, ehe sie Opfer der Verfolgung wurden. Die Gegenstände, die bis dahin in der Synagoge lagerten, wurden in das Haus von Gemeindevorsteher Nathan Stern gebracht. Was danach geschah, schildert Rüdiger Benninghaus in den heimatkundlichen Blättern Meinhardus (2/1982). "Am 10. November, dem Tag der so genannten Reichskristallnacht, kamen vormittags SS-Männer in Uniform zu diesem Haus, holten die Kult- und profanen Gegegenstände, übergossen sie mit Benzin und zündeten sie an. Nathan Stern war zu diesem Zeitpunkt bereits verhaftet. Danach wurden die verbliebenen Juden deportiert und in Konzentrationslagern ermordet. An ihr Schicksal erinnert eine Gedenktafel, an der alljährlich zum Volkstrauertag eine Gedenkstunde abgehalten wird.

Die Geschichte der Meinerzhagener Synagoge reicht bis ins Jahr 1856. Damals
   schrieb der Vorsteher der jüdischen Gemeinde an den zuständigen Amtmann, dass es in Meinerzhagen sechs
   Familien "jüdischer Konfession" gebe, "welche zusammen etwa 30 Seelen zählen". Sein Antrag auf eine öffentliche
   Spendensammlung, die zur Finanzierung eines geeigneten Treffpunktes dienen sollte, wurde abgelehnt. So musste
   sich die Gemeinde mit angemieteten oder privaten Betlokalen zufrieden geben.

   Dazu gehörte auch ein Teil des späteren Hauses Hauptstraße 37b. Das ist durch einen noch existierenden Mietver-
   trag
vom 1. Januar 1927 belegt. Der jährliche Mietzins für den Teil von Knoches Fabrik, der früher eine Metalldreherei 
   war, betrug 350 Goldmark. Auf diesem Grundstück soll jetzt ein Mehrfamilienhaus errichtet werden.

 

  

 

 

Seite erstellt am 20.Dezember 2001

Zuletzt ergänzt: 29.November 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Startseite    Başsayfa